Dr. Murat Yılmaz, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın anayasa çağrısının ne anlama geldiğini ve arkasındaki dinamikleri AA Analiz için kaleme aldı.
***
Türkiye’nin anayasal devlet olmak mücadelesi, iki yüzyılı aşan modernleşme hareketlerinin hem sebepleri hem de sonuçları arasında yer alan bir tedahül ilişkisidir. Bu bakımdan Türkiye’nin son iki yüzyılını bir ölçüde anayasa tarihi üzerinden de okumak mümkündür. Peki öyleyse Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümünde 12 Eylül 2023’te yeni ve sivil bir anayasa çağrısı yapmasını tarihi ve siyasi zeminde nereye yerleştirmek lazım?
“Yeni Anayasaya Talebi” ve Türk demokrasisinin başarısı
İki yüzyıllık modernleşme ve anayasal devlet olma mücadelesinin 2023 yılı itibarıyla ana hatlarıyla başarıya ulaştığı söylenebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni ve sivil anayasa çağrısı, Türkiye’nin modernleşme ve anayasal devlet olma mücadelesinin kazandığı başarı ivmesi ve bunun getirdiği siyasi olgunluk ve özgüvene dayanıyor. Bu siyasi olgunluk ve özgüveni sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni anayasa metninde değil, 14 Mayıs 2023 seçimleri öncesi muhalif muvafık bütün ittifak ve siyasi partilerin seçim beyannamelerinde de açıkça görmek mümkündür. Seçim döneminde bütün siyasi partiler, yeni, sivil ve katılımcı bir anayasa vaat etmiş durumdalar. Bu durum sadece bu seçim durumuna has değil. Geriye doğru bakıldığında, birçok seçimde yeni anayasa vaadini, Türkiye Büyük Millet Meclisinde (TBMM) birçok yeni anayasa çalışmasını ve sadece 1982 anayasası için 23 defa anayasa değişikliği yapıldığını görmek mümkündür. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni ve sivil anayasa çağrısı, bütün siyasi partilerin ve milletin yeni anayasa talebini dile getirmesi bakımından güçlü bir çağrıya dönüşüyor. Bu haliyle artık modernleşme ve anayasal devlet olma talebi, merkezi aktörlerin çevreyi kontrol etme ve dönüştürme çerçevesinin dışına taşarak milli hakimiyet ve egemenlik nehrinde kendi yatağını ve milli aktörlerini bulmuş, millileşmiş ve yerlileşmiş bir dinamiğe kavuşmuştur.
Anayasa bayrağının elitlerden milletin eline geçmesi
Türkiye’nin Osmanlı-Türk modernleşmesinden bu yana elde ettiği tecrübe, kurumlar ve devlet kapasitesi, bugünün Türkiye’sinde milletin, sivil toplumun, siyasetin ve ekonomik aktörlerin demokratik mücadele, milli şuur ve problem çözme kapasitesiyle bir araya gelecek bir siyasi olgunluğa ulaştı. Bu siyasi olgunluk dünyadaki ve Türkiye’deki olağanüstü mücadelenin ve insani maliyetlerin bir sonucudur. Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. yüzyılda modernleşmeye çalışırken emperyalizmle mücadelede yaşadığı büyük kayıplar, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı arasında dünyadaki aşırılıklar çağından Türkiye’nin payına düşen maliyetler, tek parti döneminin aşırılıkları, darbeler ve vesayet döneminin tahribatları tarihteki yerlerini aldı. Türk demokrasisinin tarihi, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Milletlerin birikmiş kudretleri, nesillerin hatasının üzerinden atlar geçer.” ifadesinin hayat bulmuş halidir. Türk milletinin devlet ve hukuk şuuruyla sergilediği demokratik sabır ve seçilmiş siyasetçilerin basiretleriyle bu birikmiş tarihi ve siyasi meseleleri aşabilmeleri bu bakımdan kayda değer bir başarıdır. Türk modernleşmesi ve anayasal devlet olma mücadelesi, geçmişteki usul hatalarının bizzat millet eliyle düzeltilerek başarıya ulaştırılmasının hikayesidir. İşte yeni ve sivil anayasa talebi, milletin bu siyasi başarı ve olgunluğunun siyasi hukuka işlenmesi arzusunun ifadesidir.
Türkiye’de demokrasinin, milli egemenliğin ve siyasetin bilhassa 27 Mayıs 1960 darbesiyle içine düştüğü durum, gerçekten utanılacak bir medeniyet kaybını ve reşit olmama durumunu temsil ediyor. Türk milleti ve Türk siyaseti o günden bu yana bu durumdan çıkmak, reşit ve medeni olduğunu yurt ve dünyada göstermek için mücadele ediyor.
Darbelerle ve darbe anayasalarıyla bu uzun erimli mücadele ancak AK Parti’nin 3 Kasım 2002’de tek başına iktidara gelmesiyle başladı. Bu mücadele, uzun ve tedrici demokratikleşme dönemini müteakiben 12 Eylül 2010 referandumuyla gerçekleşen anayasa değişikliği, 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünün milletle beraber seçilmiş siyasi irade tarafından akamete uğratılması ve sonrasında gerçekleşen anayasa değişiklikleriyle başarıya ulaşabildi.
Vesayet bürokrasisinin ve elitlerinin millete ve milli egemenliğe karşı savunduğu kale surlarına dönüşen anayasal vesayet kurumları ve yargı kurumlarının anayasal desteklerini ve arkasındaki güçleri kaybetmesiyle Türkiye siyaseti ve anayasal sistematiği normale dönmeye başladı. Bu yeni “norm”a içerideki anti-demokratik güçler, onların siyaset, iş dünyası ve medyadaki işbirlikçileri ve yurt dışındaki destekçileri dirense de sonuç değişmedi. Artık Türkiye’yi seçimlerden çıkan çoğunluk yönetiyor. Bu, 27 Mayıs 1960 darbesiyle başlayan darbe ve vesayet mekaniğinin sona ermesi anlamına geliyor. Bugün her siyasi partinin anayasa değişikliği ve sistem tartışmalarını rahatlıkla yapabilmesinin arkasında bu büyük paradigma ve güç dönüşümü yatıyor.
Türkiye’nin yeni, sivil, katılımcı bir anayasaya kavuşması artık bir siyasi formül ve yöntem üretebilme kabiliyetine kalmış durumda. Artık helva yapmak için yağ, un, şeker her şey mevcut. Önümüzdeki dönem Türkiye’nin demokrasi müktesebatının ve anayasal birikiminin siyasi hukukta tezahür edebilmesi için üretilebilecek siyasi formül, TBMM’nin içinde gizli. Bu formüle ulaşılabilmesi siyasetin konusu olmakla beraber bu formüle dahil olan her siyasi partinin, Türkiye’nin daha sivil ve katılımcı anayasasının oluşmasına katkı sağlayarak bunu kendi siyaseti açısından bir başarı hikayesine dönüştürmesi mümkün.
Yeni anayasaya hangi yöntemle ne zaman başarıya ulaşılabilir?
Anayasanın yapılış yöntemine gelince her şeyden önce sıfırdan başlanmayacağını, Türkiye’nin ve tek tek siyasi partilerin ciddi anayasa birikimlerinin olduğunu kabul etmek lazım. Geçen dönem itibarıyla Cumhur İttifakı içinde AK Parti ve MHP ayrı ayrı birer anayasa hazırladılar. Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu bir anayasa maratonuyla anayasanın temel tartışma konularında ilkelere ilişkin bir hazırlık yaptı. Muhalefet partilerinden Millet İttifakı’nın anayasaya esas teşkil edecek birtakım çalışmalar yaptıkları biliniyor. Şimdi bu birikimin ayrı ayrı yahut birlikte değerlendirilmesi ve birleştirilmesi için nasıl bir yöntem izleneceği gündemde olacaktır. İYİ Parti Sözcüsü Kürşat Zorlu’nun, anayasa tartışmalarının yerel seçimlerden sonraya bırakılarak seçim tartışmalarının dışında tutulmasını istemesi, anayasa çalışmalarının zamanlaması bakımından önemli bir eşiğe işaret ediyor. TBMM’nin açılmasını müteakiben anayasa çalışmalarının ne zaman başlayacağı da açıklığa kavuşacaktır. Yerel seçimlerden sonra TBMM’nin önündeki 4 yıl, yeni anayasanın tartışılması, müzakere edilmesi ve uzlaşılması için yeterli bir zaman olduğunu gösteriyor. Anayasa çalışmalarının TBMM ile sınırlı kalmayacağı açıktır. Türkiye’deki güçlü sivil toplum, medya ve akademi dünyasının bu sürece katkı vermesi, siyasi partileri, TBMM’yi beslemesi vatandaşların motivasyon ve katılım kanallarını zenginleştirecektir.
Yeni anayasa tartışmaları siyaseti yeniden tanzim edebilir mi?
Siyasetin tabiatında çatışma ve tartışma dinamiğiyle beraber uzlaşma ve müzakere dinamiği de var. Anayasa tartışmaları siyasetin bu iki boyutuna da hitap ettiği için siyasetin bu iki dinamiğini de harekete geçirerek siyasi ittifak ve siyasi partileri etkileyecektir. Bu bakımdan tartışmalar, siyasi dengeleri değiştirebilecek bir potansiyele sahiptir. Türkiye’nin demokrasiyi başarmış bir ülke olarak sadece 27 Mayıs ve 12 Eylül anayasalarını değil, darbe döneminin siyaset yelpazesini ve siyasi kurumlarını da değiştirebilecek bir siyasi olgunluğa eriştiğini bu dönemde göstermesi beklenebilir.
[Dr. Murat Yılmaz, Siyaset Bilimci]
Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.